13 Ocak 2020 Pazartesi

Fransa'nın Orta Doğu'daki Uzun Vadeli Emelleri


Fransızların Orta Doğu üzerindeki su-i emelleri yeni bir hadise değildir. Ne birinci dünya sırasında gelişmiştir ne de daha sonra,  ne de hemen öncesinde. Çok öncesinden Orta-Doğu üzerinde hakimiyet kurmak için çalışma yürütmüşlerdir. Bunu XVII. yüzyıla kadar götürebiliriz. Fakat XIX. yüzyılda bu emelleri yoğunlaştır. Bu konu ile ilgili birçok örnek ve belge sunabiliriz. Fakat şimdilik XIX. yüzyılın sonlarına aiti bir belge sunmakla yetinelim. 

Beyrut valisinin 7 Ocak 1894 tarihli Ticaret ve Nafia Nezaretin yazdığı bir yazıdan Fransa’nın bölge üzerindeki uzun vadeli siyasi emellerini açıkça anlayabiliyoruz. Vali Fransızların bölge üzerindeki emellerine dikkat çekerek Birecik Şimendüfer hattını Cebel-i Lübnan sınırlarında bulunan Riyak’tan geçmemesi için faaliyette bulunduklarını ifade etmektedir. Daha sonraki yıllarda meydana gelen gelişmeleri dikkate aldığımız zaman bu tespitin ne kadar isabetli olduğunu anlayabiliriz. 


23 Eylül 2019 Pazartesi

Klasik Dönem Osmanlı Eğitim Kurumlarında Yabancı Dil Eğitimi

1. Osmanlı Medreselerinde Eğitim Dili*  
Genelde Osmanlı eğitim sistemi özelde ise klasik dönem eğitim kurumlarında yabancı dil eğitiminin yerini anlayabilmek için, Osmanlı eğitim müfredatını ve medreselerde okutulan dersleri incelemek gerekmektedir. Osmanlılarda ilk medrese 1331 tarihinde, Orhan Bey zamanında İznik’te açıldı. Bursa’nın fethi ile birlikte Bursa’da da yeni bir medrese açıldı. Bundan sonra devletin sınırlarına katılan yeni yerlerde medreseler açılmaya devam etti. Fatih dönemi, medrese ve eğitim sisteminde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Çünkü Fatih’in açmış olduğu Sahn-ı Seman medreseleri hem derece hem de eğitim sistemi bakımından diğerlerinden farklıydı. Fatih döneminde açılan bu medreselere ilave olarak Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Süleymaniye adı ile açılan medreselerde, “tıp”, “riyaziye” ve “darü’l-hadis” gibi yeni ihtisas bölümleri(fakülte) oluşturuldu.

20 Temmuz 2019 Cumartesi

Modernizm Karşısında Kültür Değişmeleri

Modernleşmenin getirdiği değişim ve dönüşüm son yıllarda hiç olmadığından daha fazla toplum ve millet hayatını etkilemektedir. Bilhassa son iki yüz yıldır Batı Medeniyeti bu dönüşümde kendine daha fazla yer bulmuştur. Bu süreçte Batı Medeniyetinin oluşturduğu kültür ve dünya algısının sınır tanımaz bir şekilde tüm dünyaya yayılması milli kültürler üzerinde bir takım olumsuz etkiler de bırakmıştır.[1] Tabi ki bir o kadar da milli kültürleri tehdit etmektedir. Acaba bu tehditle birlikte Huntigton’ın ifadesi ile bir medeniyetler çatışması mı yaşanmaktadır? Bu konu çok tartışmalı da olsa, günümüz dünyasında kendini her alanda hissettiren medeniyetler arasındaki büyük çatışmanın, gelecekte kültürel alanda etkisini daha fazla hissettireceğini söyleyebiliriz. Bu durum çok hızlı ve acımasız bir şekilde kültürel değişmeleri de beraberinde getirmektedir. Kültürde değişme zaman ve mekân sınırları içerisinde farklı olmakla birlikte kaçınılmazdır. Kültür değişmeleri kaçınılmaz olduğuna göre bu nasıl olmalıdır? Barlett’in ortaya koymaya çalıştığı iktibas yöntemi mi? Yoksa kültürlerin birbirleriyle karışması ve etkileşimi şeklinde mi? Olmalıdır.[2] Elbette burada bu sorunun cevabını aramak konumuzun sınırlarını aşmaktadır. Fakat hakikat olan kültür değişmelerinin sürekliliğidir. 

18 Temmuz 2019 Perşembe

Etrâk-ı bî idrâk Üzerinden Osmanlı’da Kimlik Tartışmaları

Osmanlı, Türklük, milliyetçilik, çok kültürlülük, çok dillik gibi birçok konu son zamanlarda tartışılmaktadır. Tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Osmanlı Devleti altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarda Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devleteydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a; Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğine müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey cami külliyesi, Konya Karapınar külliyesi, Van’da İshak Paşa külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar Osmanlı Kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünün halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. 

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Neo Osmanlı mı? Ulus devlet mi?

1789 Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan yeni anlayış imparatorlukların sonunu getirdi. Akabinde ortaya çıkan gelişmeler sonrası Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’da yeni devletler ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu devletlerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bu aşamada Türkler İlteriş Kağan misali dağılan imparatorluğu derlemek, toparlamak için uğraştılar. Ama elde kalan bugünkü sınırlar oldu. Fakat yeni kurulan cumhuriyet ise uzun yıllar Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi üzerine kurulan bir devlet olduğu fikrini inkâr etti. O derece ki Osmanlı Osmanlıdır; Cumhuriyet’te Cumhuriyet’tir. Osmanlı yapmışsa bize ne gibi Osmanlının yaptığı şeyler reddetmek istedi. Bu o kadar uzun sürdü ki 1988 yılında Turgut Özal’ın Yunanistan ziyareti öncesi konuşma metnini hazırlayan tarih ve milli şuurdan yoksun danışmanlarından birisi “Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan aynı kaderi paylaşmaktadır, her iki toplumda Osmanlıya karşı bağımsızlık mücadelesi vererek milli devlet kurmuşlardır.” Notunu yazma cehaletini/garabetini göstermiştir. Bu hatayı fark eden Turgut Özal, metin tüm dünyanın basın mensuplarına dağıtılmış olmasına rağmen bu kısmı okumayarak atlamıştır. Acaba Özal neo-Osmanlı mı idi? Yoksa geleceğin vizyonunu mu çiziyordu bilinmez. Fakat bir gerçek var ki rahmetli cumhurbaşkanı Turgut Özal ulus devlet anlayışının yenidünya düzeninde Türkiye’ye dar geldiğini ilk fark eden kişiydi. 

14 Temmuz 2019 Pazar

Bir Seyahat Klasiği Daha Yok Olmak Üzere

Tarih boyunca yollar, yolcular ve kervanlar hep önemini korumuştur. Hatta kervanlar kültürlerarası iletişimin en önemli aktörlerinden birisi olmuşlardır. Bu kervanlar İslamiyet’in yayılmasında da büyük öneme sahiptirler. Herhalde Tarih derslerinde Arap tüccarlar sayesinde birçok kişinin İslamiyet ile şereflendiğini öğrenmişsinizdir. Son yıllarda her tarafı saran sanal ve dijital dünyanın her şeyi bir kara delik gibi içine çektiği çağımızda, sanallaşma ve dijitalleşmeye inat, yollar ve yolcular önemini korumaya devam etmektedir.

Viyana Önlerinde Muzaffer Bir Komutan: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa

Osmanlı Devleti için, XVII. yüzyıl bir önceki ve bir sonraki yüzyıla göre anlaşılması ve sorunlara kalıcı çözümler bulunması en zor yüzyıllardan birisidir. Bir önceki yüzyılda devlet doğuda, batıda ve denizlerde başarı üstüne başarı kazanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında yetişen devlet adamları ve toplum hep bu başarı hikâyelerini dinlemişlerdir. Doğuda ve batıda devletin karşısına çıkabilecek güç yoktur. Kuzeyden ise hiç ses çıkmamaktadır. Güney tamamen Osmanlı egemenliğine ve himayesine alınmıştır. Bir sonraki yüzyılda ise sorunlar açık seçik ortaya çıktığı için bunlara kalıcı çözümler bulunmaya çalışılmıştır. Bu yüzyılda devlet içinde bulunduğu durumu kavrayıp Avrupa’nın bir adım öne geçtiğini gördüğü için de politikasını ona göre geliştirmiştir. Fakat XVII. yüzyılda sorunların nereden ve nasıl çıktığı anlaşılamadığı için ne olup bittiği de tam olarak anlaşılamamıştır. Devlet hala kendini Avrupa’nın en iyisi ve güçlüsü hissetmektedir. Fakat yüzyılın başından itibaren bu güç ve büyü sarsılmıştır. İşte bunun için sorunlara çözüm bulmakta bir o kadar zor olmuştur. Bu yüzyıl içerisinde karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi de devlet adamı bulma kıtlığıdır. İş başına gelenlerin çoğu ya sorunların nedenlerini bilemiyorlar veya sorunların nedenlerini biliyorlar fakat saray bürokrasisi ve çıkar gruplarının direnci ile karşılaşıp kalıcı çözümler ortaya koyamıyorlardı. Kalıcı çözümler ortaya koymak için direnenler de ya makamını kaybediyor veya bu direnci canı ile ödüyordu. Bu durum Köprülü Mehmet Paşa’nın 78 yaşında sadrazamlık makamına getirilmesine kadar devam etti[1].

12 Haziran 2019 Çarşamba

Sancak Kasrı / Mehmet Paşa Köşkü


Yapım tarihi tam belli olmayan ancak Davud Paşa Sarayı olarak adlandırdığımız alanda Davut Paşa Sarayı ile aynı tarihlerde veya daha sonra buranın yeniden inşası aşamasında Sultan III. Mehmed zamanında yeniden yapıldığı düşünülen hünkâr kasrının kuzeybatısında Mehmed Paşa Köşkü olarak adlandırılan Sancak Köşkü yer almaktadır. Bugün Otağ-ı Hümayun olarak adlandırılan Saray ve müştemilatı, XVII. yüzyıl başlarından itibaren geniş bir alana yayılan pek çok yapıdan meydana gelmekteydi. Bugün ise bu müştemilattan sadece Otağ-ı Hümayun ile birlikte Sancak Köşkü denilen Mehmet Paşa Köşkü’nün harabesi ve çeşitli amaçlar için kullanılan bazı yapı kalıntıları kalmıştır. Bu yapılar çeşme, su deposu, fil ahırları, fırın, hamam, camii, hünkâr kasrı, sancak köşkü, kışla ve Bizanslılardan kalma bir sarnıç ve dehlizlerden oluşmaktaydı. Sancak Köşkü veya diğer adıyla Mehmet Paşa Köşkü, bugünkü Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü içerisinde bulunan en eski yapılardan birisidir. 

Davut Paşa Sarayı / Otağ-ı Humayun

Yıldız Teknik Üniversitesi Davud Paşa Kampüs alanı içerisinde bulunan Otağ-ı Hümayun Fatih Sultan Mehmed ve II. Beyazid’e vezirlik yapan Davud Paşa tarafından yaptırılmıştır. Daha sonra bir ara kullanılmayan bu alan Kanuni Sultan döneminde yeniden inşa edilmiştir. Bu eser 2011 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi tarafından aslına uygun bir şekilde restore edilmiştir.
Yapıldığı dönemde etrafında yer alan, duvarlarla çevrili ağaçlarla kaplı çok geniş bir alana yayılan sarayı oluşturan irili ufaklı çeşitli köşk, havuz, mescit, daire, hamam, hizmet binaları, ahır vb. yapılar zamanla ortadan kalkmıştır. Davud Paşa Sarayı kompleksinin içinde yer alan seferlerde padişahın konakladığı Hünkâr Kasrı, kaynaklarda Davud Paşa Kasrı, Davud Paşa Sarayı, Taş Köşk, Taş Kasır, ya da Otağ-ı Hümâyun olarak geçmektedir.

11 Haziran 2019 Salı

Orta Doğu'nun Değişmeyen Makûs Talihi

Orta Doğu, kültürlerin ve dinlerin kesişme noktasında bulunmaktadır. Bu konumu itibari ile her devirde güç mücadelelerine sahne olduğu gibi şimdi daha fazla olmaktadır. Bugün bölgenin stratejik konumu eskiye nazaran tamamen farklılaşmış durumdadır. Nitekim yeni ittifak ilişkileri de bölge sınırlarını aşan bir boyutta ortaya çıkmaktadır. Orta Doğu ile birlikte Türkiye’nin bulunduğu coğrafya, dünyanın en stratejik noktalarından birsidir. Orta Doğu, Mackinder tarafından ortaya atılan “Kara Hâkimiyet Teorisi” ve Spykman tarafından ortaya atılan “Kenar Kuşak Teorisi” ve diğer bir takım dünya hâkimiyet teorilerinin tam merkezinde yer almaktadır. Bu teorilere göre Orta Doğu’ya hâkim olan devletler tüm dünyaya hâkim olabilmektedir. Yani Türkiye, Türk Dünyası ve Orta Doğu’ya hâkim olmak tüm dünyaya hâkim olmakla eş değerdedir.

4 Haziran 2019 Salı

Tarihi Ahlat Şehri


Van Gölü'nün kenarında kurulmuş bulunan bu kadim şehir, Türklerin Anadolu'ya girdikten sonra yerleştikleri ilk yerlerden birisidir. Tarih kaynaklar ve tarihi eserler, bu şehrin Selçuklular ve İlk Türk Beylikleri döneminde çok zengin, müreffeh ve nüfusunun çok fazla olduğunu işaret etmektedir. Aynı zamanda Doğu ve Batı arasında önemli bir ticaret merkezi konumunda olduğunu da göstermektedir. Bugün burada yaşayanların bıraktıkları eserler başta olmak üzere miras olarak kalan Ahlat Mezar taşları şehrin önemi ve kültürü hakkında bilgi verir. Ahlat Urartular’dan Osmanlılar’a kadar çeşitli devlet ve hânedanların idaresinde kalmıştır. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya Halads, Ermeniler Şaleat (Şaliat), Süryânîler Kelath, Araplar Hılât, İranlılar ve Türkler ise Ahlat demişlerdir.

17 Mayıs 2019 Cuma

Taksim Topçu Kışlası

Taksim Topçu Kışlası

Tarihe baktığımız zaman yüzlerce devlet, millet, ırk ve toplumun geldiğini görebiliriz. Bunlardan bir kısmı yok olmuş, bir kısmı da yok olmakla karşı karşıyadır. Bunun için her toplum varlığını ilelebet sürdürmek ister. O zaman toplumların yok olmaması ve ilelebet devam edebilmeleri için ne yapmaları gerekmektedir? Herhalde bu soruya verilecek en önemli cevaplardan birisi tarihi değerlerimize sahip çıkmamız gerekir olabilir. Bunun için toplumları ayakta tutan önemli hususlardan birisi olan tarihi değerlerimize sahip çıkmamız gerekir. Tarihi değerlerini bugüne taşıyıp onu gelecek kuşaklara aktaran toplumlar ayakta kalabileceklerdir. Tarihi miraslarını koruyamayan, hatta onları bilinçli bir şekilde yok eden milletler ise gelecekte zor durumda kalacaklardır.

16 Mayıs 2019 Perşembe

Osmanlı Venedik Ticaret Savaşı

BOA, C.HR, 2827.
II. Viyana Kuşatması sonrası Osmanlı Devleti ile Kutsal İttifak arasında devam eden savaş döneminde en büyük zararı Venedikli tüccarlar görmüştür. Savaş zamanında Venedikli gemilerin Osmanlı limanlarına girmesi yasaklanmıştır. Bunun üzerine Venedikli tüccarlara Osmanlı ile dost devletlerin bayrakları ile ticaret yapmaya başlamışlardır. Venedikli tüccarlar başka devletlerin bayrakları ile Osmanlı sularında ticaret yapmaya başlayınca, İstanbul kaimmakamından bu şekilde Osmanlı sularına giren gemilerin malları ile müsadere edilmesi istenmiştir.  Osmanlı-Venedik ticareti gerilerken bunun yerini İngiliz ve Hollanda tüccarları almıştır. Fransa'da bundan yararlanmıştır.

Bu tarihe kadar doğu ve batı arasındaki en büyük ticaret hacmine sahip devletlerden birisi Venedik ve İtalyan şehir devletleri olmuştu. Venedik gerek Selçuklu ve Bizans döneminde gerekse Osmanlı döneminde bu ayrıcalığını korumuşsa da II. Viyana kuşatması sırasında kaybettiği itibarını bir daha elde edememiştir. Bunun yerini İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi sömürgeci ve emperyalist devletler alacaktır. Zamanla Osmanlı coğrafyası ve Ortadoğu Rusya, İngiltere, Almanya, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere bir çok devletin hakimiyet savaşlarına sahne olacaktır.