Osmanlı
Devleti için, XVII. yüzyıl bir önceki ve bir sonraki yüzyıla göre anlaşılması
ve sorunlara kalıcı çözümler bulunması en zor yüzyıllardan birisidir. Bir
önceki yüzyılda devlet doğuda, batıda ve denizlerde başarı üstüne başarı
kazanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında yetişen devlet adamları ve toplum hep bu
başarı hikâyelerini dinlemişlerdir. Doğuda ve batıda devletin karşısına
çıkabilecek güç yoktur. Kuzeyden ise hiç ses çıkmamaktadır. Güney tamamen
Osmanlı egemenliğine ve himayesine alınmıştır. Bir sonraki yüzyılda ise
sorunlar açık seçik ortaya çıktığı için bunlara kalıcı çözümler bulunmaya
çalışılmıştır. Bu yüzyılda devlet içinde bulunduğu durumu kavrayıp Avrupa’nın
bir adım öne geçtiğini gördüğü için de politikasını ona göre geliştirmiştir. Fakat
XVII. yüzyılda sorunların nereden ve nasıl çıktığı anlaşılamadığı için ne olup
bittiği de tam olarak anlaşılamamıştır. Devlet hala kendini Avrupa’nın en iyisi
ve güçlüsü hissetmektedir. Fakat yüzyılın başından itibaren bu güç ve büyü
sarsılmıştır. İşte bunun için sorunlara çözüm bulmakta bir o kadar zor
olmuştur. Bu yüzyıl içerisinde karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi de
devlet adamı bulma kıtlığıdır. İş başına gelenlerin çoğu ya sorunların
nedenlerini bilemiyorlar veya sorunların nedenlerini biliyorlar fakat saray
bürokrasisi ve çıkar gruplarının direnci ile karşılaşıp kalıcı çözümler ortaya
koyamıyorlardı. Kalıcı çözümler ortaya koymak için direnenler de ya makamını
kaybediyor veya bu direnci canı ile ödüyordu. Bu durum Köprülü Mehmet Paşa’nın 78 yaşında sadrazamlık makamına getirilmesine
kadar devam etti[1].
Köprülü Mehmed Paşa 78 yaşında sadrazam olmasına rağmen devleti
toparlayarak eski güç ve kudretine kavuşturdu. Saray bürokrasisine boyun
eğmedi. Sorunlara kalıcı çözümler bulmaya çalıştı. Bir takım eleştirilere maruz
kalsa da, O ve onun ailesinden gelen
diğer sadrazamlar, XVIII. yüzyıl başlarına kadar Osmanlı Devleti’nin idaresinde belirleyici
bir rol oynadılar. “Köprülüler Devri”
olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar sağlandı. Köprülü
ailesinden gelen sadrazamlar Köprülü Mehmed Paşa gibi devlet idaresinde ve
işleyişinde esaslı ıslahatlar yaptılar. Köprülü Mehmed Paşa’dan sonra yerine
geçen oğlu Fazıl Ahmed Paşa’da babası gibi önemli başarılar elde etmişti. 15
yıllık sadrazamlığının dokuz yılı savaş meydanlarında geçmiştir. Büyük
başarılar elde eden Fazıl Ahmed Paşa’nın çok genç bir yaşta(41) vefatı yeni
gailelerin de başlamasına vesile oldu.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
İktidarda…
Bir kere Köprülü ailesinden gelenler devletin rotasını doğru yöne
çevirmişlerdi. Bunun için büyük başarılara imza atan Fazıl Ahmet Paşa’nın
genç yaşta vefatı üzerine Köprülünün damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 1676 yılında sadrazamlığa getirildi. Merzifonlu,
Fazıl Ahmed Paşa’nın aksine hırslı, gururlu ve Osmanlı şanına yakışır şekilde
yaşam tarzı benimsemiş bir kimseydi. Kapu halkı Ahmet Refik’in ifadesiyle bir
ordu teşkil edecek kadar kalabalıktı. O dönem için kapu halkının kalabalık
olması tercih sebebiydi[2].
Nasıl Fazıl Ahmed Paşa genç yaşta vefat etmişse onun yaşında sadrazamlık
makamına oturan Merzifonlu imparatorluğu eski gücüne kavuşturmak istiyordu. Bu
amaçla, 1678’de Çehrin’i ele geçirdi. Bu zaferden sonra Ruslar, Dinyeper
Nehri’nin Kuzeyinde kalan toprakları Osmanlılara bırakmak zorunda kaldılar. Bu
zafer sonrası zaferlerin devamını getirerek Osmanlı’yı yeniden Avrupa’nın en
güçlü devleti haline getirmek isteyen Merzifonlu, Orta Macaristan’da, Katolik Avusturya’ya
karşı isyan eden Protestan Macarları himayesine aldı. Tökeli İmre, Osmanlılar tarafından Orta Macaristan
Kralı olarak tanındı. Bu durum, Avusturya’nın tepkisine neden oldu. Durum bu
halde iken, Avusturya ile Osmanlı
arasındaki sınır anlaşmazlığı[3]
sorunlarını Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, padişaha maksatlı olarak bildirmedi. Bundan başka, Tökeli İmre’nin
elçisini padişaha takdim ile himaye altına aldırdı ve kendisine askerî yardımda
bulundu. Orta Macarlara ait birçok kale, palanga ve Orta Macarların merkezi
olan Kaşka 1682 yılında alınıp Tökeli’ye verildi[4].
Avusturya İmparatoru’nun elçisi Kont Alber Dö Kaprara,
1682 senesinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya gelerek, bitmesine iki
sene kalmış Vasvar Anlaşması’nın yirmi sene uzatılmasını istedi[5].
Fakat Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, elçiden Raab (Yanıkkale)’ın iadesini, hazırladığı sefer için tazminat
verilmesini ve Macarların mezhep hürriyetini istedi. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın
bu istekleri karşısında, Avusturya elçisi Kont Albert de Kaprara, Yanıkkale
için “kale kılıç ile alınır, yoksa
buradaki söz ile kale verilmez”[6]
sözleri Merzifonluyu kızdırdı. Merzifonlu bu söz karşısında elçinin isteğini
geri çevirdi. Böylece Osmanlı Devleti için,
yeni bir seferin nedenleri ortaya çıkmış oldu[7].
Merzifonlunun da istediği buydu. Osmanlı için yeni bir sefer başarı demekti.
Başarı arkasından şöhret ve ünü getirecekti. Fakat Merzifonlunun unuttuğu bir
şey vardı. Bu ordu bir yüzyıl önceki ordu değildi. Köprülü Mehmed Paşa ve Fazıl
Ahmed Paşa döneminde kazanılan kısmi başarılar Merzifonlunun gözünde büyümüştü.
Belki onları geçip daha fazla başarı elde etme arzusu Merzifonluyu böyle bir
düşünceye sevk etmişti. Merzifonlunun karakteri de buna müsaitti. İşte tüm
bunlar birleşince yeni bir seferin hazırlıkları başladı…
Yeni Sefer Hazırlıkları…
Merzifonlu için yeni bir seferin
meşru zemini oluşmuştu. Bundan sonrası padişahı ve üst bürokrasiyi ikna etmeye
kalmıştı. Bu da kolaydı. Çünkü çeyrek yüzyıldan fazla bir zamandır devlet
bürokrasisinde etkili olan güç Köprülü ailesiydi. Devlet onların elinde
şekillenmişti. Padişah gerekli izni verdikten sonra buna karşı çıkabilecek
kimse de yoktu. Zaten öyle de oldu. Padişahtan gerekli yetki ve izni alan
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Yanıkkale ve Komaran’a yürümeye karar verdi.
Osmanlı ordusu sefer için hazırlık yaparken Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa,
Peşte önlerinde topladığı kuvvet ile önce Onod Kalesi’ni sonra Kalka Kalesi’ni
fethetti. Kalka Kalesi’nin Tökeli İmre’ye
tesliminden sonra Filek Kalesi de alınarak burada bulunan Türk esirleri
kurtarıldı. Edirne’den hareket eden ordu, 3 Mayıs 1683’te Belgrad’ın karşısında Zemun önlerine
geldi ve 24 Mayıs’ta buradan hareket etti. 27 Haziranda İstolni-Belgrad’da[8]
bir harp meclisi toplanarak bu mevsimde Yanıkkale ile Komaran Kalesinin fethi
ve Avusturya’ya akınlar yapılması fikri mecliste görüşüldü.
Fakat kendine ve ordusuna oldukça güvenen Merzifonlu Kara Mustafa Paşa seferin
yönünü değiştirerek Viyana’ya gidilmesi fikrini ortaya attı. Paşa’nın ısrarı
karşısında mecliste bulunanlar fazla ses çıkaramadılar. Hırslı bir o kadar da
gururlu olan paşa Viyana’yı alarak yüzyılı başarılı bir şekilde bitirmek
istiyordu. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Viyana’ya doğru ilerlerken padişahı durumdan haberdar
etti. Bu emri vaki karşısında padişah: “Kasdımız
Yanıkkale ve Komaran kaleleri idi; Beç (Viyana) kalesi dilde yoktu; Paşa ne
acip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak Teâlâ âsan getüre; lâkin
mukaddem bildireydi rıza vermezdim” şeklinde bu oldubittiye rızası
olmadığını açıkça ortaya koymuştur[9].
Osmanlı
Ordusu Viyana Önlerinde
Almanya’yı bir baştanbaşa geçen Kanuni Sultan
Süleyman bu şehri kuşatmıştı kuşatmasına fakat şehri almanın daha fazla bir
felakete sonuçlanacağını düşünse gerek bu şehre bir daha yönünü çevirmedi.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı bu şehre yönelten sebep neydi acaba? İşte bu
sorunun cevabını bulursak XVII. yüzyılın Osmanlı dünyasını daha iyi
anlayabiliriz. Bir önceki yüzyılda Viyana’yı alabilmenin zor olduğunu kavrayan
Kanuni, devleti büyük bir gaileden kurtarmıştır. Merzifonlu ise bir yüzyıl
sonra devletin içinde bulunduğu durumu hesap edemeden Viyana’yı kuşatmış ve
felaket senelerinin başlangıcına kapı aralamıştır. Kanuni’yi Kanuni yapan bunu
hesap edebilmesi olsa gerek. Merzifonlu ise büyük bir devlet adamı olmakla
birlikte bunu tasavvur edememiştir. İşte tarih bu büyük devlet adamını bunun
için yargılamaktadır. Bu yüzyılın gerekliliğini kavrayamayan Merzifonlu bunun
bedelini canı ile ödemiştir. Devleti de büyük bir felakete sürüklemiştir. Eğer
böyle bir maceraya sürüklenmeseydi durumun ne olabileceğini tarih ilmi ile
çözemeyiz. Bu sorunun cevabını bulmak oldukça zordur. Ama gerçek olan bir şey
vardır ki II. Viyana kuşatması sonrası devlet on altı yıl boyunca müttefik Avrupa
kuvvetleri ile savaşmış ve bu savaşlar sonucu önemli bir başarı elde edemediği
gibi birçoğundan yenilgi ile çıkmıştır. Tüm bunların sebebi ise bir oldubittiye
getirilen Viyana kuşatmasıdır.
Ve Viyana…
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa şehri sulh yolu ile teslim
almak için günlerce kuşattı. Bu arada muhasara sırasında arkadan gelecek
tehlikeye karşı Kırım Hanı’na, Viyana’dan altı saat uzaklıkta bulunan Tuna üzerindeki Taş köprüden Leh ordusunun geçişini
engelleme görevini verdi. Fakat Kırım Hanı ne hikmettir, Lehistan kuvvetlerinin geçişine göz yumdu. Leh
kuvvetleri Alman kuvvetleri ile birleşerek muhasara ile uğraşan Osmanlı
ordusunun arkasına geldi. Sağ koldaki Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa’nın
isteksizce savaşması üzerine onu da geri çekilmeye zorlayarak sadrazamın
otağına kadar ilerlediler. Bu arada yalnız kalan Merzifonlu var gücü ile
savaşıyor şehri hasarsız bir şekilde ele geçirmek için uğraşıyordu. Merzifonlu
ne pahasına olursa olsun Viyana’yı teslim alma arzusundadır[10].
Kanuni bu şehri kuşatmış fakat alamamıştı. O zaman Merzifonlu şehri alarak 1672
yılında Osmanlı’nın ulaştığı sınırları da aşacak ve Osmanlı’nın XVII. yüzyılda
içine düştüğü darboğazdan çıkarabilecekti. Kendisi de bu yüzyılın en muhteşem
adamı olacaktı belki. Ama tarih buna fırsat vermedi. Tüm bunlara rağmen Osmanlı
ordusu şehrin merkezi olan birinci bölgeye kadar sokuldu. Aslında şehir düştü
düşmek üzeredir. Fakat yapılan stratejik ve taktik hatalar XVII. yüzyılın ruhu
ile de birleşince Osmanlı ordusu için sonun başlangıcı oldu. Sadece Osmanlı
ordusu için değil kudretli paşa ve devlet içinde geri sayım başladı. Bir kere
eski büyü bozulmuştu. Ağaçların yapraklarını dökmeye başladığı bir sonbahar
günü Osmanlı ordusu ne yapacağını şaşırmış bir şekilde Budin’e doğru geri
çekildi[11].
Mağrur komutan
Merzifonlu şaşkındı. Ne yapacağını bilemez durumda dağılan orduyu tekrar bir düzene koymaya çalıştı. O güne kadar yenilmez
addedilen ordu yenilmiş ve perişan bir şekilde kaçıyordu. XVII. yüzyıl boyunca
savaşlarda mutlak bir başarı görülmese de Osmanlı ordusu hala Avrupa’nın en
güçlüleri arasındaydı. Daha hiç toprak kaybetmemişti. Aksine sınırları daha on
yıl önce en geniş mevkie getirmişti. Bu ordu nasıl olur da böyle perişan bir
şekilde kaçardı. Bir de bu ordunun başındaki komutan Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa gibi bir komutan olduğu halde. İşte bu durum Merzifonluyu derinden
yaralamıştı. Padişahın isteğinin aksine hareket etmişti. Şimdi bunu hesabını
verecekti. Bu hesabı vermek kolaydı. Ama ordunun düştüğü durumun hesabını tarih
önünde vermek biraz zordu. İşte bunu düşündükçe kahroluyordu.
İki rekât namaz ve tam teslimiyet…
IV. Mehmet Belgrad’da
ordunun düştüğü durumu duydu. O da ne yapacağını bilemez bir durumda, paşasının
Budin’e çekildiği gibi doğru Edirne’ye döndü. Merzifonlu kendi emrini
dinlememiş bile olsa devrin en iyi devlet adamlarından birisiydi. Fırsat
verilirse devleti ve orduyu tekrar toparlayabilirdi. Bir kere Viyana önlerinde
şehir düşmek üzereyken Osmanlı ordusu bir ihanet ile karşı karşıya kalmıştı. O
zaman emri dinlemeyen paşa mı suçlu? Yoksa ona ihanet eden Kırım hanı ve Budin Beylerbeyi
İbrahim Paşa mı? Gerçi Merzifonlu öncesi onları da dinlemeyerek gururunun esiri
olmuştu. Bunun cezasını ise koskoca Osmanlı ordusu ödemekteydi. Bu karmaşık
soruların cevabını bulmaya çalışan IV. Mehmed paşasına tuğ, mücevher gibi
çeşitli hediyeler gönderdi ve onu affetti[12].
IV. Mehmed affetmesine affetti. Fakat şer ocakları hemen harekete geçerek
padişahın etrafını sardılar. “Sultanım bu
kulunuz değerli olmasına değerli, lakin başlangıçta sizin emrinizi dinlemeyerek
ordunun ve hazinenin telef olmasına neden olmuştur” diyerek sultanı
etkilediler. Başarılarını bir kenara bırakarak Merzifonlunun üzerine siyasi ve
ekonomik suç yıktılar. Sultan bu iki karmaşık durum karşısında şer odaklarının
baskısına dayanamadı ve devrinin en değerli devlet adamlarından Merzifonluyu
idam ettirmek zorunda kaldı[13].
Merzifonlu Budin’e gelen elçinin ne amaçla geldiğini anlamıştı. Hiç itiraz
etmedi. Başkentten kilometrelerce uzakta iki rekât namaz kıldı ve gelen elçiye
boyun eğdi. Siyasi hırs ve itaatsizliğinin cezasını kellesi ile ödedi. Ama Merzifonlunun
idam edilmesi onun değerli bir devlet adamı olmasına asla halel getirmez ve getirmedi
de…
Viyana yenilgisi
Avrupa’da büyük bir sevinç yarattı. Papalığın girişimi ile Osmanlı’ya karşı güç
birliği içerisine giren, Avusturya, Lehistan, Rusya ve
Venedik, 1684 yıllında “Kutsal İttifak”ı
oluşturarak Osmanlı Devleti’ne karşı saldırmaya başladılar[14].
Alman ve Leh kuvvetleri Viyana’da kazandıkları savaştan sonra, Estergon Kalesi
üzerine yürüyerek kaleyi zapt ettiler. Avusturya Peşte’yi alıp Budin’i muhasara
etti. Venedik ise Dalmaçya, Mora, Bosna ve Arnavutluk’ta dört cephe birden açtı. Venedik’in açtığı bu
cephelere, Papalık, İspanya, Cenova, Floransa ve Malta denizden
destek verdi[15].
II. Viyana Kuşatmasının
başarısızlıkla sonuçlanması ve arkasından Merzifonlunun idamı devleti yeni bir
felakete sürükledi. Felaketlerin ardı arkası kesilmedi. Osmanlı Devleti on altı
yıl boyunca cepheden cepheye koşarak savaşmak zorunda kaldı. II. Viyana
kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması sadece sadrazamı makamı ve canından
etmekle kalmadı. Bir süre sonra IV. Mehmed’de tahttan indirildi. Bu durum 1697 yılında
sadrazamlık makamına getirilen ve yine bir Köprülü olan Amcazade Hüseyin Paşa
dönemine kadar devam etti. Amcazade Hüseyin Paşa döneminde devlet bir nebze
olsun toparlandı. Bütçe fazla vermeye başladı. Birikmiş vergiler affedildi.
Yeni bir sulh dönemi başladı. Devlet XVII. yüzyılın şokunu atlatarak XVIII.
yüzyıla alışmaya başladı.
Dipnotlar/Kaynakça
[1]
Daniel Goffman, Osmanlı Dünyası ve Avrupa
1300-1700, (Çev. Ülkün Tansel), Kitap Yayınevi,
İstanbul, 2004, s. 263.
[2] Ahmet Refik, Felaket Seneleri, İstanbul, 1332, s. 11.
[4] Selim
Hilmi Özkan, Köprülü Amcazade Hüseyin
Paşa (1644-1702, Türkiye Alim Kitaplar, Saarbrücken, 2015, s. XXII;
Defterdar Sarı Mehmed Paşa, Zübde-i
Vekayiât, (Haz. Abdülkadir Özcan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
1995, s. 7-70; Abdülkadir Özcan, “Köprülüzâde Fazıl Ahmet Paşa”, DİA, C. XVI, DVY, Ankara, 2002, s. 260; Ahmet Refik, a.g.e., s. 11.
[6]
Silahdar Fındıklı Mehmet Ağa, Silahdar
Tarihi, C. II, Orhaniye
Matbaası, İstanbul, 1928, s. 1, Mücteba İlgürel, “IV. Mehmet”, DGBİT, C. XI, Çağ Yayınları, İstanbul, 1993, s. 71.
[7] Özkan, a.g.e., s. XXIII; Dimitri Kantemir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş
Tarihi, C. III, (Çev. Özdemir Çobanoğlu), Kültür
Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1980, s. 40-50; Rifa’at Ali Abou- El-Haj, The Reîsülküttâb And Ottoman Diplomacy At
Karlowitz, İstanbul 1963, s. VI.
[8]
Stuhlweisenburg, Budin vilayetinde bir sancağın adı.
[9]
Silahdar Fındıklı Mehmet Ağa, Silahdar
Tarihi, C.II, s. 39; Ahmet Ağa, Viyana Kuşatması Günlüğü, (Çev. Richard F.
Kreutel, Türkçesi, Esat Nermi), Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970, s. 50; Dimitri
Kantemir, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Yükseliş ve Çöküş Tarihi, C. III, (Çev. Özdemir Çobanoğlu), Kültür
Bakanlığı yayınları, Ankara, 1980, s. 40, 50; Ahmet Refik, a.g.e., s. 29-31; M. Cavid Baysun, “Mehmet
IV”, İ.A., C. VII, MEBY, İstanbul, 1993, s. 533; Özkan, a.g.e., s. XIII.
[10]
Selim Hilmi Özkan, “Merzifonlunun Çadırını Kurduğu Kahlenberg Tepesinden
Viyana”, İnsan ve Hayat, S. 60,
Şubat, 2015, s. 30.
[11]
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı
Tarihi Kronolojisi, Türkiye Yayınevi, C. III, İstanbul, 1950, s. 454; Georg Schreiber, Edirne’den Viyana Kapılarına Kadar Türklerden Kalan, Milliyet
Yayınları, İstanbul, 1982, s. 230vd; M. Cavid Baysun, “Budin”, İ.A., C. II, s. 753.
[12]
Silahdar Fındıklı Mehmet Ağa, Silahdar
Tarihi, C. II, s, 90.
[14]
Baron Joseph Von Hammer Purgstall, Büyük
Osmanlı Tarihi, C, VI, Sabah Yayınları, İstanbul, 2000, s. 412.
[15]
Ahmet Refik, a.g.e., s. 51vd; Özkan, a.g.e., s. XXV.