18 Temmuz 2019 Perşembe

Etrâk-ı bî idrâk Üzerinden Osmanlı’da Kimlik Tartışmaları

Osmanlı, Türklük, milliyetçilik, çok kültürlülük, çok dillik gibi birçok konu son zamanlarda tartışılmaktadır. Tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Osmanlı Devleti altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarda Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devleteydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a; Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğine müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey cami külliyesi, Konya Karapınar külliyesi, Van’da İshak Paşa külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar Osmanlı Kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünün halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. 

Son zamanlarda ortaya atılan ve “Türk Irkı” yoktura kadar varan tartışmalar üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak Osmanlı Devletinde bugünkü anlamda etnik bir milliyetçilikten bahsedilemez. Onun için Osmanlı Devleti’nin herhangi bir etnik yapıyı ön plana çıkarması veya reddetmesi de beklenemez. Bunun için Osmanlı Devleti’nin Türk kimliğini ön plana çıkarmaması o kimliği, milleti, etnisiteyi yok saydığı anlamına da gelmez. Osmanlı Devleti’nin önem verdiği konuların başında medeni olmak gelir. Onun için kim medeni ve yerleşik hayata geçmiş ise Osmanlı o kimliği yüceltmiş, hangi kimlik asrın gerektiği gibi davranmıyor ve yerleşmemiş ise onu da aşağılamıştır. Bu aşağılanan kimlik Türk, Ermeni, Arap, Kürd, Arnavud olabilir farketmez. Bunlardan beklenen imparatorluğun kurallarına uymak ve üretime katılmaktır.
Osmanlı Devletini eleştirmek isteyenlerin ağızlarında sakız ettikleri bir şey daha vardır ki; oda dönemin kaynaklarında geçen Etrâk-ı bî idrâk (idraksız Türk), eşek Türk gibi ifadelerdir. Bu tabirler daha ziyade göçebe halinde yaşayan ve genellikle yerleşik yaşayanlar rahatsızlık veren bazı Türkmenler ile Anadolu’da çeşitli sebepler ile isyan eden Celâliler için kullanılmıştır. Benzer şekilde “Ekrâd-ı bî idrâk” idraksız Kürtler kullanımı da vardır. Bu ifadelerin salt anlamlarına takılır kalırsak olayı çözme de zorlanırız. Bu ifadelerin geçtiği yerleri ve olayları bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Olayın sebepleri üzerinden giderek kimler için ve ne maksatla söylendiğine bakarsak o zaman daha iyi ve sıhhatli sonuçlara varabiliriz. Bugün aydın geçinen ve tarih şuurundan yoksun bazı kesimler Osmanlı’nın Türk’ü aşağıladığını ifade ediyorlar. Batılılar Türk kelimesini ve Türk kültürünü Müslümanlık ile eş değer tutmuşlardır. Müslüman olan birisine Türk oldu dedikleri gibi, Osmanlıdan bahsederken de Türkler demişlerdir. Osmanlı padişahından bahsederken de büyük Türk dedikleri çok olmuştur. Bu kimseler tamamen tarihten bi-idrak kimselerdir. Maksatlı olarak bu şekilde davrandıklarını düşünüyorum. Tarih bilmediklerini diyeceğim ama maalesef bunların bir kısmı da tarihçi. Birçok mu’teber Osmanlı tarihi kaynaklarında Osmanlı Devleti’nin iç düzenini bozan isyancı gruplar için Kızılbaş-ı Evbaş, Etrâk-i Nâ-pâk, Etrâk-i bî idrâk, Ekrâd-ı bî akl u din, cemâ’at-ı kallaş, şeytan kulu, müfsid-i fâsid-i’tikâd ve benzeri tabirleri kullanmıştır. Burada kullanım amacının toplumun huzurunu bozan, devletin güvenliğini tehdit edenler olduğunu anlamak için tarihçi olmaya gerek yoktur. Yoksa tüm bir milleti kastettiğini anlamak çok büyük bir tarihi yanlışlıktır.
Tarihi nasıl algılamak istersen o sonucu çıkarabilirsin. Hatta o konuda birkaç belge de bulabilirsin. Onun için istediğin sonuca ulaşmak için değil, hakikate ulaşmak için tarihçilik yapmak gerekir. Tarihten toplumun ne beklediğinden daha ziyade hakikatin ne olduğu önemlidir.