Bu sefer yeni bir sorun ortaya çıktı ki o durumu aşmak daha da zor gibi görünmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti ulus devletlerin aksine çeşitli renkleri, kültürleri, dinleri, anlayışları barındıran bir devletti. Yıllarca Türk milletinin tekbir kültür çerçevesinden geldiğini savunan çevreler, mefkûrelerini bu çerçevede geliştirmek isteyenler, tarihi gerçekleri hakikatleri görmezden geldiler. Fakat son zamanlarda ortaya çıkan yeni anlayış tarzı, tarihin akışı, bazı hakikatlerin daha net anlaşılmasına zemin hazırladı. Bu süreçte ise ortaya çıkan gelişmeler Osmanlı’nın mirasını devralan Türkiye’ye ulus devlet kimliği ve kabuğunun da dar gelmeye başladığını gösterdi. Aslında ulus devlet anlayışı XIX. yüzyılda ortaya çıkan ve I. Dünya savaşı sonrası yaygınlaştırılarak İmparatorlukların mirasına sahip çıkmak isteyen odakların tezgâhlarından başka bir şey değildi. Çünkü Kadim Türk kültür ve medeniyetine baktığımız zaman Asya Hun İmparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu, Gazneli Devleti, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti gibi ulus devlet kimliğinden sıyrılmış devletlerin daha kalıcı ve uzun ömürlü olduklarını görmekteyiz. Bugün Türk kültürünü her alanda hissedebiliyorsak bu medeniyetler sayesinde hissediyoruz. Demek ki farklı renklere, kültürlere, inançlara kucak açmak özden sapmak yok olmak anlamına gelmemektedir.
Toplum dinamik bir varlıktır.
Sürekli kendini yeniler. Eğer bu yenileşmenin ve değişimin karşısında durmak
istenirse yeni sorunların depreşmesine zemin hazırlanmış olur. Bugün tarihi bir
hakikat var ki Osmanlı Devleti’nin bir arada huzur ve barış içerisinde
yaşattığı toplumlar birbirine düşman kesilmiş durumda. Dün Bosna Hersek’te
Sırplar, Arnavutlar ve Boşnaklar birbirlerini boğazladı. Bugün Irakta, Suriye’de
-dün kardeş olan toplumlar- birbirlerine karşı hasmane bir tavır içerisine
girdiler. Aynı değeler için yaşayan insanlar bugün birbirlerini
boğazlamaktadırlar. Bu süreçte binlerce kadın ve çocuk acımasızca katledildi. Hala
da katledilmeye devam ediyor. Dünyayı özgürleştirecek olanlardan en ufak bir
somut adam atılmamakta. Türkiye bu durumda kendine düşen tarihi misyona uygun
bir şekilde hareket etmelidir. Tarihte üstlenmiş olduğu bütünleştirici,
derleyici, adil görevlerine yeniden kavuşmalıdır.