17 Temmuz 2019 Çarşamba

Neo Osmanlı mı? Ulus devlet mi?

1789 Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan yeni anlayış imparatorlukların sonunu getirdi. Akabinde ortaya çıkan gelişmeler sonrası Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’da yeni devletler ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu devletlerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bu aşamada Türkler İlteriş Kağan misali dağılan imparatorluğu derlemek, toparlamak için uğraştılar. Ama elde kalan bugünkü sınırlar oldu. Fakat yeni kurulan cumhuriyet ise uzun yıllar Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi üzerine kurulan bir devlet olduğu fikrini inkâr etti. O derece ki Osmanlı Osmanlıdır; Cumhuriyet’te Cumhuriyet’tir. Osmanlı yapmışsa bize ne gibi Osmanlının yaptığı şeyler reddetmek istedi. Bu o kadar uzun sürdü ki 1988 yılında Turgut Özal’ın Yunanistan ziyareti öncesi konuşma metnini hazırlayan tarih ve milli şuurdan yoksun danışmanlarından birisi “Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan aynı kaderi paylaşmaktadır, her iki toplumda Osmanlıya karşı bağımsızlık mücadelesi vererek milli devlet kurmuşlardır.” Notunu yazma cehaletini/garabetini göstermiştir. Bu hatayı fark eden Turgut Özal, metin tüm dünyanın basın mensuplarına dağıtılmış olmasına rağmen bu kısmı okumayarak atlamıştır. Acaba Özal neo-Osmanlı mı idi? Yoksa geleceğin vizyonunu mu çiziyordu bilinmez. Fakat bir gerçek var ki rahmetli cumhurbaşkanı Turgut Özal ulus devlet anlayışının yenidünya düzeninde Türkiye’ye dar geldiğini ilk fark eden kişiydi. 
Bu sefer yeni bir sorun ortaya çıktı ki o durumu aşmak daha da zor gibi görünmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti ulus devletlerin aksine çeşitli renkleri, kültürleri, dinleri, anlayışları barındıran bir devletti. Yıllarca Türk milletinin tekbir kültür çerçevesinden geldiğini savunan çevreler, mefkûrelerini bu çerçevede geliştirmek isteyenler, tarihi gerçekleri hakikatleri görmezden geldiler. Fakat son zamanlarda ortaya çıkan yeni anlayış tarzı, tarihin akışı, bazı hakikatlerin daha net anlaşılmasına zemin hazırladı. Bu süreçte ise ortaya çıkan gelişmeler Osmanlı’nın mirasını devralan Türkiye’ye ulus devlet kimliği ve kabuğunun da dar gelmeye başladığını gösterdi. Aslında ulus devlet anlayışı XIX. yüzyılda ortaya çıkan ve I. Dünya savaşı sonrası yaygınlaştırılarak İmparatorlukların mirasına sahip çıkmak isteyen odakların tezgâhlarından başka bir şey değildi. Çünkü Kadim Türk kültür ve medeniyetine baktığımız zaman Asya Hun İmparatorluğu, Göktürk İmparatorluğu, Gazneli Devleti, Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti gibi ulus devlet kimliğinden sıyrılmış devletlerin daha kalıcı ve uzun ömürlü olduklarını görmekteyiz. Bugün Türk kültürünü her alanda hissedebiliyorsak bu medeniyetler sayesinde hissediyoruz. Demek ki farklı renklere, kültürlere, inançlara kucak açmak özden sapmak yok olmak anlamına gelmemektedir.
Toplum dinamik bir varlıktır. Sürekli kendini yeniler. Eğer bu yenileşmenin ve değişimin karşısında durmak istenirse yeni sorunların depreşmesine zemin hazırlanmış olur. Bugün tarihi bir hakikat var ki Osmanlı Devleti’nin bir arada huzur ve barış içerisinde yaşattığı toplumlar birbirine düşman kesilmiş durumda. Dün Bosna Hersek’te Sırplar, Arnavutlar ve Boşnaklar birbirlerini boğazladı. Bugün Irakta, Suriye’de -dün kardeş olan toplumlar- birbirlerine karşı hasmane bir tavır içerisine girdiler. Aynı değeler için yaşayan insanlar bugün birbirlerini boğazlamaktadırlar. Bu süreçte binlerce kadın ve çocuk acımasızca katledildi. Hala da katledilmeye devam ediyor. Dünyayı özgürleştirecek olanlardan en ufak bir somut adam atılmamakta. Türkiye bu durumda kendine düşen tarihi misyona uygun bir şekilde hareket etmelidir. Tarihte üstlenmiş olduğu bütünleştirici, derleyici, adil görevlerine yeniden kavuşmalıdır.