20 Temmuz 2019 Cumartesi

Modernizm Karşısında Kültür Değişmeleri

Modernleşmenin getirdiği değişim ve dönüşüm son yıllarda hiç olmadığından daha fazla toplum ve millet hayatını etkilemektedir. Bilhassa son iki yüz yıldır Batı Medeniyeti bu dönüşümde kendine daha fazla yer bulmuştur. Bu süreçte Batı Medeniyetinin oluşturduğu kültür ve dünya algısının sınır tanımaz bir şekilde tüm dünyaya yayılması milli kültürler üzerinde bir takım olumsuz etkiler de bırakmıştır.[1] Tabi ki bir o kadar da milli kültürleri tehdit etmektedir. Acaba bu tehditle birlikte Huntigton’ın ifadesi ile bir medeniyetler çatışması mı yaşanmaktadır? Bu konu çok tartışmalı da olsa, günümüz dünyasında kendini her alanda hissettiren medeniyetler arasındaki büyük çatışmanın, gelecekte kültürel alanda etkisini daha fazla hissettireceğini söyleyebiliriz. Bu durum çok hızlı ve acımasız bir şekilde kültürel değişmeleri de beraberinde getirmektedir. Kültürde değişme zaman ve mekân sınırları içerisinde farklı olmakla birlikte kaçınılmazdır. Kültür değişmeleri kaçınılmaz olduğuna göre bu nasıl olmalıdır? Barlett’in ortaya koymaya çalıştığı iktibas yöntemi mi? Yoksa kültürlerin birbirleriyle karışması ve etkileşimi şeklinde mi? Olmalıdır.[2] Elbette burada bu sorunun cevabını aramak konumuzun sınırlarını aşmaktadır. Fakat hakikat olan kültür değişmelerinin sürekliliğidir. 

18 Temmuz 2019 Perşembe

Etrâk-ı bî idrâk Üzerinden Osmanlı’da Kimlik Tartışmaları

Osmanlı, Türklük, milliyetçilik, çok kültürlülük, çok dillik gibi birçok konu son zamanlarda tartışılmaktadır. Tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Osmanlı Devleti altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarda Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devleteydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a; Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğine müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey cami külliyesi, Konya Karapınar külliyesi, Van’da İshak Paşa külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar Osmanlı Kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünün halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. 

17 Temmuz 2019 Çarşamba

Neo Osmanlı mı? Ulus devlet mi?

1789 Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan yeni anlayış imparatorlukların sonunu getirdi. Akabinde ortaya çıkan gelişmeler sonrası Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu’da yeni devletler ortaya çıktı. Ortaya çıkan bu devletlerden birisi de Türkiye Cumhuriyeti oldu. Bu aşamada Türkler İlteriş Kağan misali dağılan imparatorluğu derlemek, toparlamak için uğraştılar. Ama elde kalan bugünkü sınırlar oldu. Fakat yeni kurulan cumhuriyet ise uzun yıllar Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi üzerine kurulan bir devlet olduğu fikrini inkâr etti. O derece ki Osmanlı Osmanlıdır; Cumhuriyet’te Cumhuriyet’tir. Osmanlı yapmışsa bize ne gibi Osmanlının yaptığı şeyler reddetmek istedi. Bu o kadar uzun sürdü ki 1988 yılında Turgut Özal’ın Yunanistan ziyareti öncesi konuşma metnini hazırlayan tarih ve milli şuurdan yoksun danışmanlarından birisi “Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan aynı kaderi paylaşmaktadır, her iki toplumda Osmanlıya karşı bağımsızlık mücadelesi vererek milli devlet kurmuşlardır.” Notunu yazma cehaletini/garabetini göstermiştir. Bu hatayı fark eden Turgut Özal, metin tüm dünyanın basın mensuplarına dağıtılmış olmasına rağmen bu kısmı okumayarak atlamıştır. Acaba Özal neo-Osmanlı mı idi? Yoksa geleceğin vizyonunu mu çiziyordu bilinmez. Fakat bir gerçek var ki rahmetli cumhurbaşkanı Turgut Özal ulus devlet anlayışının yenidünya düzeninde Türkiye’ye dar geldiğini ilk fark eden kişiydi. 

14 Temmuz 2019 Pazar

Bir Seyahat Klasiği Daha Yok Olmak Üzere

Tarih boyunca yollar, yolcular ve kervanlar hep önemini korumuştur. Hatta kervanlar kültürlerarası iletişimin en önemli aktörlerinden birisi olmuşlardır. Bu kervanlar İslamiyet’in yayılmasında da büyük öneme sahiptirler. Herhalde Tarih derslerinde Arap tüccarlar sayesinde birçok kişinin İslamiyet ile şereflendiğini öğrenmişsinizdir. Son yıllarda her tarafı saran sanal ve dijital dünyanın her şeyi bir kara delik gibi içine çektiği çağımızda, sanallaşma ve dijitalleşmeye inat, yollar ve yolcular önemini korumaya devam etmektedir.

Viyana Önlerinde Muzaffer Bir Komutan: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa

Osmanlı Devleti için, XVII. yüzyıl bir önceki ve bir sonraki yüzyıla göre anlaşılması ve sorunlara kalıcı çözümler bulunması en zor yüzyıllardan birisidir. Bir önceki yüzyılda devlet doğuda, batıda ve denizlerde başarı üstüne başarı kazanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında yetişen devlet adamları ve toplum hep bu başarı hikâyelerini dinlemişlerdir. Doğuda ve batıda devletin karşısına çıkabilecek güç yoktur. Kuzeyden ise hiç ses çıkmamaktadır. Güney tamamen Osmanlı egemenliğine ve himayesine alınmıştır. Bir sonraki yüzyılda ise sorunlar açık seçik ortaya çıktığı için bunlara kalıcı çözümler bulunmaya çalışılmıştır. Bu yüzyılda devlet içinde bulunduğu durumu kavrayıp Avrupa’nın bir adım öne geçtiğini gördüğü için de politikasını ona göre geliştirmiştir. Fakat XVII. yüzyılda sorunların nereden ve nasıl çıktığı anlaşılamadığı için ne olup bittiği de tam olarak anlaşılamamıştır. Devlet hala kendini Avrupa’nın en iyisi ve güçlüsü hissetmektedir. Fakat yüzyılın başından itibaren bu güç ve büyü sarsılmıştır. İşte bunun için sorunlara çözüm bulmakta bir o kadar zor olmuştur. Bu yüzyıl içerisinde karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi de devlet adamı bulma kıtlığıdır. İş başına gelenlerin çoğu ya sorunların nedenlerini bilemiyorlar veya sorunların nedenlerini biliyorlar fakat saray bürokrasisi ve çıkar gruplarının direnci ile karşılaşıp kalıcı çözümler ortaya koyamıyorlardı. Kalıcı çözümler ortaya koymak için direnenler de ya makamını kaybediyor veya bu direnci canı ile ödüyordu. Bu durum Köprülü Mehmet Paşa’nın 78 yaşında sadrazamlık makamına getirilmesine kadar devam etti[1].