Modernleşmenin getirdiği değişim ve dönüşüm son
yıllarda hiç olmadığından daha fazla toplum ve millet hayatını etkilemektedir. Bilhassa
son iki yüz yıldır Batı Medeniyeti bu dönüşümde kendine daha fazla yer
bulmuştur. Bu süreçte Batı Medeniyetinin oluşturduğu kültür ve dünya algısının sınır
tanımaz bir şekilde tüm dünyaya yayılması milli kültürler üzerinde bir takım olumsuz
etkiler de bırakmıştır.[1] Tabi ki bir o kadar da milli kültürleri tehdit etmektedir.
Acaba bu tehditle birlikte Huntigton’ın ifadesi ile bir medeniyetler çatışması mı
yaşanmaktadır? Bu konu çok tartışmalı da olsa, günümüz dünyasında kendini her
alanda hissettiren medeniyetler arasındaki büyük çatışmanın, gelecekte kültürel
alanda etkisini daha fazla hissettireceğini söyleyebiliriz. Bu durum çok hızlı
ve acımasız bir şekilde kültürel değişmeleri de beraberinde getirmektedir. Kültürde
değişme zaman ve mekân sınırları içerisinde farklı olmakla birlikte
kaçınılmazdır. Kültür değişmeleri kaçınılmaz olduğuna göre bu nasıl olmalıdır?
Barlett’in ortaya koymaya çalıştığı iktibas yöntemi mi? Yoksa kültürlerin
birbirleriyle karışması ve etkileşimi şeklinde mi? Olmalıdır.[2] Elbette burada bu sorunun cevabını aramak konumuzun
sınırlarını aşmaktadır. Fakat hakikat olan kültür değişmelerinin sürekliliğidir.
20 Temmuz 2019 Cumartesi
18 Temmuz 2019 Perşembe
Etrâk-ı bî idrâk Üzerinden Osmanlı’da Kimlik Tartışmaları
Osmanlı,
Türklük, milliyetçilik, çok kültürlülük, çok dillik gibi birçok konu son
zamanlarda tartışılmaktadır. Tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor.
Osmanlı Devleti
altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarda
Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok
kültürlü, çok milletli bir cihan devleteydi. Bunun yanında farklı anlayışlara,
düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti.
Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya; Kosova’dan Halep’e; Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a;
Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman
Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam
stili geliştirdiğine müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne cami
külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey cami külliyesi, Konya Karapınar külliyesi,
Van’da İshak Paşa külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak
köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz.
Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar Osmanlı Kültürünün
oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir
coğrafyada, Osmanlı kültürünün halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir.
17 Temmuz 2019 Çarşamba
Neo Osmanlı mı? Ulus devlet mi?
14 Temmuz 2019 Pazar
Bir Seyahat Klasiği Daha Yok Olmak Üzere
Tarih boyunca yollar, yolcular ve kervanlar hep
önemini korumuştur. Hatta kervanlar kültürlerarası iletişimin en önemli
aktörlerinden birisi olmuşlardır. Bu kervanlar İslamiyet’in yayılmasında da
büyük öneme sahiptirler. Herhalde Tarih derslerinde Arap tüccarlar sayesinde
birçok kişinin İslamiyet ile şereflendiğini öğrenmişsinizdir. Son yıllarda her
tarafı saran sanal ve dijital dünyanın her şeyi bir kara delik gibi içine çektiği çağımızda, sanallaşma ve
dijitalleşmeye inat, yollar ve yolcular önemini korumaya devam etmektedir.
Viyana Önlerinde Muzaffer Bir Komutan: Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Osmanlı
Devleti için, XVII. yüzyıl bir önceki ve bir sonraki yüzyıla göre anlaşılması
ve sorunlara kalıcı çözümler bulunması en zor yüzyıllardan birisidir. Bir
önceki yüzyılda devlet doğuda, batıda ve denizlerde başarı üstüne başarı
kazanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında yetişen devlet adamları ve toplum hep bu
başarı hikâyelerini dinlemişlerdir. Doğuda ve batıda devletin karşısına
çıkabilecek güç yoktur. Kuzeyden ise hiç ses çıkmamaktadır. Güney tamamen
Osmanlı egemenliğine ve himayesine alınmıştır. Bir sonraki yüzyılda ise
sorunlar açık seçik ortaya çıktığı için bunlara kalıcı çözümler bulunmaya
çalışılmıştır. Bu yüzyılda devlet içinde bulunduğu durumu kavrayıp Avrupa’nın
bir adım öne geçtiğini gördüğü için de politikasını ona göre geliştirmiştir. Fakat
XVII. yüzyılda sorunların nereden ve nasıl çıktığı anlaşılamadığı için ne olup
bittiği de tam olarak anlaşılamamıştır. Devlet hala kendini Avrupa’nın en iyisi
ve güçlüsü hissetmektedir. Fakat yüzyılın başından itibaren bu güç ve büyü
sarsılmıştır. İşte bunun için sorunlara çözüm bulmakta bir o kadar zor
olmuştur. Bu yüzyıl içerisinde karşılaşılan en büyük sorunlardan birisi de
devlet adamı bulma kıtlığıdır. İş başına gelenlerin çoğu ya sorunların
nedenlerini bilemiyorlar veya sorunların nedenlerini biliyorlar fakat saray
bürokrasisi ve çıkar gruplarının direnci ile karşılaşıp kalıcı çözümler ortaya
koyamıyorlardı. Kalıcı çözümler ortaya koymak için direnenler de ya makamını
kaybediyor veya bu direnci canı ile ödüyordu. Bu durum Köprülü Mehmet Paşa’nın 78 yaşında sadrazamlık makamına getirilmesine
kadar devam etti[1].
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)