Sultan II. Mustafa Osmanlı Devleti’nin II. Viyana bozgunundan sonra almış olduğu yenilgilere son
vermek ve II. Macaristan seferinde başarı elde etmesinden cesaret
bularak, 12 Nisan 1697 tarihinde III. Macaristan seferine çıkmaya karar verdi.
Sefer için mutad vergilerden olan bedel-i nüzûl[1],
bedel-i avarız[2], sürsat[3] ve
sair vergilerin toplanması için gerekli emirler gönderildi. Bosna taraflarından
toplanan 65.000 kuruş ile sadrazam yakından ilgilendi[4].
Vergi vermeyi reddedip zorluk çıkaranlardan da bu vergiler alındı[5]. Bu
sefer için hazırlıklar yapılırken Niş’ten Belgrad’a kadar olan yerlerde ormanlar
arasına düşmanın pusu kurabileceği tehlikesine karşı bu ormanların kesilmesi için
bir grup asker ile Rumili Beylerbeyi Cafer Paşa görevlendirildi. Hazırlıklar
tamamlandıktan sonra padişah, 17 Haziran 1697 tarihinde Edirne’den hareket etti. Ordu 10 Ağustos 1697 günü Belgrad’a ulaştı. Padişah ve ordunun Belgrad’a gelmesinden iki
gün sonra toplanan savaş meclisinde paşaların görüşüne başvuruldu. İlk önce
Sadrazam Elmas Mehmet Paşa’nın huzurunda ikincisi Sultan’ın
huzurunda iki savaş meclisi toplandı. Toplanan bu meclislerde ortaya iki görüş
çıktı[6].
Bunlardan birincisi, Sava Nehrini geçip Varadin’e ulaşmak yönünde, ikincisi ise Tuna Nehrini geçerek, Temeşvar taraflarına doğru gidilmesi yönündeydi. Paşalar Temeşvar tarafına gidilmesi taraftarı idiler. Bu görüşü herkesin desteklemesine rağmen yalnızca Belgrad Muhafızı olan Amcazâde Hüseyin Paşa buraların durumunu daha iyi bildiği için karşı çıktı. Hüseyin Paşa’nın karşı çıkmasından dolayı “siz dahi bir senedir bu serhaddesiz, vâkıf olduğunuz mertebeyi söyleyin” dediler. Hüseyin Paşa kendisine yöneltilen bu sual karşısında “üç senedir gelürsüz gidersüz, küffârdan bir karış yer aldığınuz yok. Bu kadar hazîne itlâf ve asâkir-i İslâm it‘âb olunur, eğer mühimmât-ı levâzımınız tekmîl ise münasip olan Varadin kal‘asın muhâsara eylemek gerekdir” dedi. Ordunun sürekli plansız yapılan mücadeleleri kaybetmesi sonucu yorgun düştüğünü ifade ile birlikte yapılan hataları sıralayan ve savaş stratejisi açısından Varadin taraflarına gidilmesi gerektiği anlamına gelen Hüseyin paşanın görüşleri karşısında Vezîr-i a’zam Elmas Mehmet Paşa “Devlet-i padişahi de her şeyimiz hâzıru âmâdedir” diyerek, Hüseyin Paşa’nın bu sözlerine itiraz etti. Hüseyin Paşa’nın Varadin’i tavsiye etmesine karşılık, Temeşvar Valisi olan Cafer Paşa ise Temeşvar taraflarına gidilmesi hususunda ısrarcı oldu[7].
Bunlardan birincisi, Sava Nehrini geçip Varadin’e ulaşmak yönünde, ikincisi ise Tuna Nehrini geçerek, Temeşvar taraflarına doğru gidilmesi yönündeydi. Paşalar Temeşvar tarafına gidilmesi taraftarı idiler. Bu görüşü herkesin desteklemesine rağmen yalnızca Belgrad Muhafızı olan Amcazâde Hüseyin Paşa buraların durumunu daha iyi bildiği için karşı çıktı. Hüseyin Paşa’nın karşı çıkmasından dolayı “siz dahi bir senedir bu serhaddesiz, vâkıf olduğunuz mertebeyi söyleyin” dediler. Hüseyin Paşa kendisine yöneltilen bu sual karşısında “üç senedir gelürsüz gidersüz, küffârdan bir karış yer aldığınuz yok. Bu kadar hazîne itlâf ve asâkir-i İslâm it‘âb olunur, eğer mühimmât-ı levâzımınız tekmîl ise münasip olan Varadin kal‘asın muhâsara eylemek gerekdir” dedi. Ordunun sürekli plansız yapılan mücadeleleri kaybetmesi sonucu yorgun düştüğünü ifade ile birlikte yapılan hataları sıralayan ve savaş stratejisi açısından Varadin taraflarına gidilmesi gerektiği anlamına gelen Hüseyin paşanın görüşleri karşısında Vezîr-i a’zam Elmas Mehmet Paşa “Devlet-i padişahi de her şeyimiz hâzıru âmâdedir” diyerek, Hüseyin Paşa’nın bu sözlerine itiraz etti. Hüseyin Paşa’nın Varadin’i tavsiye etmesine karşılık, Temeşvar Valisi olan Cafer Paşa ise Temeşvar taraflarına gidilmesi hususunda ısrarcı oldu[7].
Amcazâde Hüseyin Paşa, Temeşvar’a gidilmesinin sakıncaları ve savaş
stratejisi bakımından tehlikelerini gerekçeleri ile birlikte sıraladı.
Vezîrlerin ve paşaların savunduğu görüşün yanlış olduğunu ispatladı. Vezîrler
Tuna ve Tisa Nehirlerini geçip Baçka kıyılarında ordugah
kurmuş olan Avusturya ordusunu bastırmak istiyorlardı. Amcazâde
Hüseyin Paşa ise hiç çekinmeden ısrarla kendi fikri üzerinde durdu. O, yakın
olması sebebi ile Varadin’in alınmaya çalışılmasının daha iyi
olacağını, Temeşvar taraflarına gidilirse Tımış, Bega ve Tisa gibi üç büyük
nehri geçmek icap edeceğinden bu durumun hem iâşe hem de muhtemel bir geri
çekilme durumunda riskli olabileceğini ifade etti. Aynı zamanda bölgenin
bataklıklarla dolu olduğundan geçilmesinin zor olacağını anlattı. Bu durumun
daha birçok mahsurları olduğunu uzun uzun savaş meclisine aktardı. Diğer
taraftan düşmanın, daha evvel “Sen Gotar”[8]
savaşında yaptığı gibi, Raab Suyu üzerinde ordunun bir kısmının geçmesine müsaade
edeceğini, geri kalan kısmını da yok etmek için saldırıya geçeceğini detaylı
biçimde anlattı. Amcazâde Hüseyin Paşa, bu kadar büyüklükte bir ordunun
ihtiyacı olan iâşenin yirmi, yirmi beş günlükten fazlasını götürmenin zor
olacağını, eğer Sava Nehrinden geçilip Zemun yakasına doğru gidildiği takdirde, Belgrad’ın yakın olması ve Tuna donanması
vasıtası ile ordunun ihtiyaçlarının daha iyi karşılanabileceğini ifade etti.
Yine eğer ordunun geri dönmesi icap ederse, geri dönmesinin daha kolay
olacağını söyledi. Padişahın, Belgrad’da oturmasını ve küçük birlikleri düşman
topraklarına göndererek ordunun güvenliğini sağlamasını tavsiye etti. Ama
Amcazâde Hüseyin Paşa’nın, bütün bu çok yerinde ve haklı ısrarlarına rağmen,
savaş meclisinde onun görüşleri dikkate alınmadı. Hatta bu görüşlerinden dolayı
sadrazam ile arası açıldı. Son olarak Amcazâde Hüseyin Paşa ve Anadolu Beylerbeyi Mısırlızâde İbrahim Paşa’nın
muhtemel tehlikeleri bir kere daha hatırlatmaları dikkate alınmayıp, Cafer
Paşa’nın görüşleri doğrultusunda hareket edildi[9].
Fakat bir rivayete göre, Sadrazam Elmas Mehmet Paşa’nın başarılarını çekemeyenler, diğer
bir rivayete göre de, Temeşvar Muhafızı Cafer Paşa’nın Temeşvar’da yaptırdığı binaları[10]
padişaha göstermek arzusunda olduğundan dolayı, Amcazâde Hüseyin Paşa’nın
oldukça makul ve ordunun tehlikesini en aza indirecek olan ikinci görüşü
taraftar bulamamıştır. Diğer bir görüş ise II. Mustafa, Cafer Paşa’yı sevdiği ve
hürmetinden dolayı “baba” diye hitap ettiği için onu kıramayıp Temeşvar
tarafına gidildiği yönündedir[11].
Hüseyin Paşa’nın tüm itirazlara rağmen seferin Temeşvar üzerine yapılması karar alındı[12]. Hüseyin Paşa da ihtiyaten Tuna ve Sava nehirleri üzerine birer köprü kurması için görevlendirildi. Hüseyin Paşa ordunun köprüden geçmesinden sonra Belgrad’ı korumak için burada kaldı[13]. Osmanlı ordusu vezîr-i a’zam kumandasında Tuna’dan geçerek Titel Kalesi üzerine yöneldi. Titel Kalesi alınarak yıkıldı[14]. Avusturya başkumandanı Prens Eugene de Savoie, Türk ordusunun hareketini casusları vasıtasıyla öğrendi[15]. Bu arada uzun bir yürüyüş yapan Osmanlı ordusu bitkin düşmüştü. Harekat başladıktan sonra Avusturya ordusu tam sıkıştırılmış iken, sadrazam tekrarlanan harp meclisinde düşman üzerine ani hücum için müsaade alamayınca Osmanlı ordusu büyük bir fırsatı kaçırdı. Bu arada düşmanın ani baskın yapacağı dedikodusu askerin disiplinini bozdu. Taarruzun tehlikeli olacağı ve Zemun yakasına geçmek için köprü kurulmasını düşmanın hesap edemeyeceği düşünülerek, Baçka Ovası ile Segedin yalılarının vurulması ve askerin Tisa’yı Zenta’dan geçmesi sadrazamın karşı itirazlarına rağmen onaylandı. Bu arada Tisa üzerine süratle köprü kuruldu. Padişah ve etrafı karşıya geçirildi. Daha sonra yeniçeriler, silahdarlar, cebehâne ile cebeciler ve topçular karşı kıyıya ulaştırıldı. Şehbaz Giray ile askerleri de karşıya geçenler arasında idi. Sadrazam Elmas Mehmet Paşa, Mısırlıoğlu İbrahim Paşa, Koca Cafer Paşa, Kavukcu İbrahim Paşa ve Balta Oğlu Mahmud Paşa ve diğer ordu erkânı, düzeni sağlamak üzere henüz karşıya geçmemişlerdi. Bu sırada Prens Eugene komutasındaki Avusturya ordusunun Zenta’ya doğru süratle ilerlediği öğrenildi[16]. Bunun üzerine eyalet kuvvetleri Anadolu Beylerbeyi Mısırlızâde İbrahim Paşa, Diyarbekir Beylerbeyi Kavukçu İbrahim Paşa ve diğerleri düşman üzerine gittilerse de aciz kalarak geri döndüler. Sadrazam bir yandan süratle askeri karşıya geçirmeye çalışırken, bir yandan da eyalet askerleri ile yayalardan ibaret yedi bin kişilik bir kuvveti meterse[17] soktu. Bu arada iki ordu arasında şiddetli bir çatışma meydana geldi. Bu faaliyetler sırasında düşmanın baskın yaptığı haberi üzerine köprüyü geçmeye çalışan askerlerden iki bin kadarı boğularak öldü. Asker ne yapacağını şaşarak kendini toplayamadı. Önde gelen birçok devlet adamının şehid olması ordudaki dağınıklığı bir kat daha artırdı. Prens Eugene esas Osmanlı ordusunun karşıya geçtiğini haber alınca, henüz nehri geçmemiş olan birliklere taarruzla onları dağıttı. Köprü de ortasından parçalandığı için askerler karşıya geçemediler. Bu acı olayı padişah nehrin öteki kıyısından seyretti[18]. Durumun vahametini gören padişah 11 Eylülde Temeşvar’a gitmek üzere ayrıldı. Bu bozgun Osmanlı Devleti’nin kaderini belirlediği gibi yenilgide, ordu içerisindeki çekişmelerin de etkili olduğunu göstermiştir[19].
Hüseyin Paşa’nın tüm itirazlara rağmen seferin Temeşvar üzerine yapılması karar alındı[12]. Hüseyin Paşa da ihtiyaten Tuna ve Sava nehirleri üzerine birer köprü kurması için görevlendirildi. Hüseyin Paşa ordunun köprüden geçmesinden sonra Belgrad’ı korumak için burada kaldı[13]. Osmanlı ordusu vezîr-i a’zam kumandasında Tuna’dan geçerek Titel Kalesi üzerine yöneldi. Titel Kalesi alınarak yıkıldı[14]. Avusturya başkumandanı Prens Eugene de Savoie, Türk ordusunun hareketini casusları vasıtasıyla öğrendi[15]. Bu arada uzun bir yürüyüş yapan Osmanlı ordusu bitkin düşmüştü. Harekat başladıktan sonra Avusturya ordusu tam sıkıştırılmış iken, sadrazam tekrarlanan harp meclisinde düşman üzerine ani hücum için müsaade alamayınca Osmanlı ordusu büyük bir fırsatı kaçırdı. Bu arada düşmanın ani baskın yapacağı dedikodusu askerin disiplinini bozdu. Taarruzun tehlikeli olacağı ve Zemun yakasına geçmek için köprü kurulmasını düşmanın hesap edemeyeceği düşünülerek, Baçka Ovası ile Segedin yalılarının vurulması ve askerin Tisa’yı Zenta’dan geçmesi sadrazamın karşı itirazlarına rağmen onaylandı. Bu arada Tisa üzerine süratle köprü kuruldu. Padişah ve etrafı karşıya geçirildi. Daha sonra yeniçeriler, silahdarlar, cebehâne ile cebeciler ve topçular karşı kıyıya ulaştırıldı. Şehbaz Giray ile askerleri de karşıya geçenler arasında idi. Sadrazam Elmas Mehmet Paşa, Mısırlıoğlu İbrahim Paşa, Koca Cafer Paşa, Kavukcu İbrahim Paşa ve Balta Oğlu Mahmud Paşa ve diğer ordu erkânı, düzeni sağlamak üzere henüz karşıya geçmemişlerdi. Bu sırada Prens Eugene komutasındaki Avusturya ordusunun Zenta’ya doğru süratle ilerlediği öğrenildi[16]. Bunun üzerine eyalet kuvvetleri Anadolu Beylerbeyi Mısırlızâde İbrahim Paşa, Diyarbekir Beylerbeyi Kavukçu İbrahim Paşa ve diğerleri düşman üzerine gittilerse de aciz kalarak geri döndüler. Sadrazam bir yandan süratle askeri karşıya geçirmeye çalışırken, bir yandan da eyalet askerleri ile yayalardan ibaret yedi bin kişilik bir kuvveti meterse[17] soktu. Bu arada iki ordu arasında şiddetli bir çatışma meydana geldi. Bu faaliyetler sırasında düşmanın baskın yaptığı haberi üzerine köprüyü geçmeye çalışan askerlerden iki bin kadarı boğularak öldü. Asker ne yapacağını şaşarak kendini toplayamadı. Önde gelen birçok devlet adamının şehid olması ordudaki dağınıklığı bir kat daha artırdı. Prens Eugene esas Osmanlı ordusunun karşıya geçtiğini haber alınca, henüz nehri geçmemiş olan birliklere taarruzla onları dağıttı. Köprü de ortasından parçalandığı için askerler karşıya geçemediler. Bu acı olayı padişah nehrin öteki kıyısından seyretti[18]. Durumun vahametini gören padişah 11 Eylülde Temeşvar’a gitmek üzere ayrıldı. Bu bozgun Osmanlı Devleti’nin kaderini belirlediği gibi yenilgide, ordu içerisindeki çekişmelerin de etkili olduğunu göstermiştir[19].
Osmanlı tarihinin seyrine tesir eden bu savaşta
ordunun sekizde biri telef olduğu gibi yüklü miktarda hazine kaybedildi. Bu
savaşta 58 yeniçeri ağası, 20 sipahi ve silahtar ağası, 10 alay beyi, Anadolu Beylerbeyi Mısırlızâde İbrahim Paşa, Temeşvar Muhafızı Koca Cafer Paşa, Yeniçeri Ağası Mahmud
Paşa, Adana Valisi Fazlı Paşa, Rumeli Beylerbeyi Küçük Cafer Paşa, Diyarbekir Beylerbeyi Çerçeci İbrahim Paşa, Mevlüt Mehmet
Paşa, Meşayizâde Hasan Paşa, Ankaralı Ali Paşa, Kul Kethüdası
Cebeci Paşa ve daha birçok sancak beyi şehid düştü[20].
Daha da önemlisi, savaş sırasında vezîriâzam Elmas Mehmet Paşa da şehid[21]
düştü ve“Mühr-i Hümâyûn”[22]
sefer meydanında kaldı[23].
Prens Eugene ise zaferi
kazanmasından sonra kendisine, müdafaa durumunda kalmasını ısrarla isteyen
İmparator’a bu zaferi şu mektupla bildirdi.
“Gâlib geldik haşmetmeâb;
düşmanı yendik. Sadrazam’ın mührü bile şimdi elimde. Elmas Mehmet Paşa, muzaffer
kılınçlarımızın altında can verirken Bâbıâli’nin satvetinize karşı diz
çöktüğünü göstermek ister gibi, padişahın mührünü de bize bıraktı. Şimdi Theiss
suyu büyük zaferinizin şanlı hikayesini Tuna’ya götürüyor. Bu hikaye o yolla denizlere ve ebediyete
gidecek. Fakat haşmetmeâb, itiraf etmeğe mecburum, Türkler taşıdıkları parlak
şöhrete layık bir biçimde dövüştüler. Tam Türk’e yakışır bir ferâgatle ve
celâdetle çarpışa çarpışa öldüler. Onların sönüşü, parıltılarla göz kamaştırdıktan
sonra sönen şimşekleri andırıyor. Karşımızdan ağır ağır kaybolan bir ziyâ
kütlesi gibi, beyaz bir eriyişle çekildiler. Onların mağlubiyetleri de
galibiyetleri gibi şanlı ve ibretli.”[24]
Çeşitli kaynaklarda ise
Elmas Mehmet Paşa’nın, yeniçeriler tarafından şehid edildiği geçmektedir[25].
Savaş öncesi isabetli fikirler öne süren Amcazâde Hüseyin Paşa, bu gelişmelerin ardından 18 Eylül 1697’de sadrazamlığa
getirildi[26]. Osmanlı ordusu başlangıçta iyi bir
zafer kazanmasına rağmen Amcazâde Hüseyin Paşa’nın korktuğu ve ifade ettiği
kötü durum ordunun başına geldi. Ordu, son köprüyü geçerken aynen Sen Gotar’da
olduğu gibi Avusturya kuvvetleri tarafından top ateşine tutulmuş ve
tamamen yok olmaktan son anda kurtulmuştur. Alınan
büyük yenilgi, Kutsal İttifak Devletlerine bırakılan yerlerin geri
alınamayacağı, hatta eldeki toprakların dahi korunamayacağı düşüncesini doğurdu.
Bunun üzerine devletin ileri gelenleri barışa sıcak bakmaya başladılar[27].
[1] Askerlerin bir
yerde konakladığı zaman, yapılacak olan masraflar için alınan vergi.
[2] Olağanüstü
durumlarda ve bilhassa savaş sebebi ile
geçici olarak alınan vergi.
[3] Tanzimattan
evvel savaş zamanlarında halktan tekâlif-i harbiye suretinde alınan şeyler
hakkında kullanılan tabirdir.
[4] BOA, D.EVM, 151/150; BOA, İE, DH, 1649.
[5] BOA, AE, Mustafa-II, 4/355, 7/649, 8/762, 9/890; BOA, MAD.d, 6371; C. AS, 37771.
[6] BOA, A. {VKN.d, 2/1700, s. 2; BOA, MAD.d,
2150(III. seferi hümâyûn için gerekli hazırlıkları içerir.); Râşid, C. II, s.
367, 399-407; Behçeti İbrahim Efendi, a.g.e., vr. 179b.
[7] BOA, A. {VKN.d, 2/1700, s. 2, 3; Anonim, a.g.e.
s. 126; Nusretnâme, C. I, s. 279.
[8] 31 Ağustos 1665
tarihinde Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetleri, Sen
Gotar mevkiinde Feld Mareşal Montekukuli kumandasındaki Alman, Fransız, İspanyol ve diğer müttefik
kuvvetleriyle karşılaştı. Alman kumandanı Osmanlı askerlerinin Raab suyunu
geçmelerini bekledi. Osmanlı ordusu köprüyü geçerken köprü yıkıldı. Durumu
düzelten Osmanlı ordusu, düşman kuvvetleri ile ikindiye kadar savaştı. Savaşı
kazanan Osmanlı kuvvetleri rahavete kapılmış ve tekrar nehri geçerken Fransız
topçularının taaruzu ile ağır kayıp vermiştir. Ordunun bir kısmı Raab suyunun
karşısında kaldığı için kurtulamayanlardan dört bin kadarı şehid olmuştur. Osmanlı savaşı kazanmasına rağmen kötü bir
yenilgiden son anda kurtulmuştur. (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.
III/I, s. 412, 413).
[9] BOA, A. {VKN.d, 2/1700, s. 3; Ayrıca bkz; Sulhnâme,
s. 8b; Nusretnâme, C. I, s. 280;
Râşid, C. II, s. 408; Zübde-i Vekayiât, s. 622; Uşşâkîzâde Târihi, s.
299; Behçeti İbrahim Efendi, a.g.e., vr.
179b; Orhan F. Köprülü, “İlm-i Nücûma Âid Bir Risalenin Tarihi Kaynak Olarak
Ehemmiyeti”, Tarih Dergisi, Mart 1950, C . I, S. 2, İstanbul, 1950. s. 317, 318 (Mehmet
Zekiye aid bu risale Orhan F. Köprülü hususi kütüphanesindedir. Vr. 11a, 11b,
12a); Mücteba İlgürel, “Zenta”, İ.A., C. XIII, MEBY, İstanbul, 1993, s. 536; Dimitri
Kantemir, Osmanlı İmparatorluğu’nun
Yükseliş ve Çöküş Tarihi, C.
III, (Çev. Özdemir Çobanoğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1980, s.
269; Hammer, a.g.e., s. 562; Ahmet Reşid, Haritalı ve Resimli Mükemmel Tarihi Osmani, C. II, İstanbul, 1327, s. 223; Suraiya
Faroqhi, The Ottoman Empire And The World
Around It, London, 2004, s. 57.
[10] Temeşvar Muhafızı Cafer Paşa, burada kaldığı zaman
zarfında, kalenin iç ve dış duvarlarını yıktırarak yeniden yaptırmıştır. Kale
duvarı dışındaki hendekleri genişleterek eski halinden daha iyi durumu
getirmiştir. Bunun yanında şehri baştan başa yeniden imar etmiştir (Nusretnâme,
s. 301).
[11] Köprülü, a.g.m., s. 317-318; Dimitri Kantemir,
Elmas Mehmet Paşa’nın Cafer Paşa’yı sevmediğini, Cafer Paşa’nın padişahın
yanından uzaklaştırmak için uğraştığını, bir fırsatını bulduğu zamanda ortadan
kaldıracağından bahsetmektedir. Bu amacını gerçekleştirmek için de ihtiyar ve
daha az zararlı gördüğü Amcazâde Hüseyin Paşa’nın savaşa katılmasını Cafer
Paşa’nın ise şehrin savunmasında kalması için padişahı iknaya uğraştığından
bahseder (C. III, s. 260vd.).
[12] Mütaleası
hilâfına tehlikeli karar verildiğini
gören Amcazâde Hüseyin Paşa toplantı dağıldığı halde söylenmesine devam ederek;
“ ….Bu gideceğiniz yerler sazlık ve bataklıklar içinden geçmekte ve bu yollarda
ağır sıkıntılar çekilmesi apaçık gözükmektedir. Bu yol üzerinde kaç kere köprü
kurmak gerektiğini kimse kestiremez. Hele bir parça yağmur yağarsa her taraf
çamur deryası olacak, o zaman bütün zahire ve top arabaları, ağırlık katarları,
yaya ve atlı asker yollarda dökülüp kalacak, işin sonu da bir felâket olacak.
Düşman ülkesinin baş kalesi olan Varadin bir yanda dururken hayal ettiğiniz ülkeleri
ele geçirmek boş bir düşüncedir. Bir kalenin çepeçevre kuşatıldığı hiçbir zaman
görülmemiştir. Kaleler her zaman bir yanından topla döğülerek savaşa girişilir.
Burnumuzun dibinde Varadin dururken başka yere neden gitmek gerekiyor, bunu
anlayamıyorum. Bir kere Varadin’e gidelim kuşatalım, açmak kolay gelirse ne
güzel, hiç olmazsa kuşatmış olarak
şerefimizle döner geliriz diye yanıp yakılmaktaydı.” (Nusretnâme, C. I, s. 280).
[13] BOA, A. {VKN.d, 2/1700, s. 4; Sulhnâme,
s. 9a; Uşşâkîzâde Târihi, s. 301, 302.
[14] Nusretnâme, C. I, s. 284-88; Râşid, C.
II, s. 410; M. Nuri Paşa, a.g.e., C. III-VI, s. 16.
[15] İ. Hami
Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi
Kronolojisi, C. III, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1950, s. 481. (Prens Eugen’in
Osmanlı ordusunun hareketini öğrenmiş olması ordu içerisinde casusların olma
ihtimalini güçlendirmektedir.); Çiçek, a.g.m., s.
753.
[16] Râşid, C. II,
s. 412.
[17] Savaşta,
korunmak üzere yapılan toprak tümsek, siper.
[18] Hatta II. Mustafa ölümden kıl payı kurtulmuştur; Anonim, Osmanlı Tarihi, s. 128; http://www. blacklu.8m.com/bkarlofca.htm#_ftnref23; Mücteba
İlgürel, “Zenta”, İ.A., C. XIII, s. 537-538.
[19] Rhoads Murphey,
Ottoman Warfare, 1500-1700, UK, 1999, s. 149; Nusretnâme, C. I, s.
294-300; Çiçek, a.g.m., s. 753;
Cengiz Orhonlu, “Mehmet Paşa(Elmas)”, İ.A., C. VII, MEBY, İstanbul, 1993, s. 584; Mücteba İlgürel,
“Elmas Mehmet Paşa”, DİA,
C. XI, DVY, İstanbul, 1995, s. 63.
[20] BOA, MD–109, s. 60.
[21] Bu sefer
sırasında Elmas Mehmet Paşa bir rüya anlatarak “...Sofya menzilinde
bir vakı’a gördüm Şehid-i merhum Köprülüzâde Mustafa Paşa ile
oturup ta‘am yerken bir kâse şerbet getürdüler. Kendüleri içti. Kusûrun bana
ikram etti. Ben dahi bunu içtim. Allahü a‘lem bu seferde şehid olurum” demiştir.
[22] Bu mühür bugün
Viyana müzesinde saklanmaktadır.
[23] Uşşâkîzâde Târihi, s. 305.
[24] Ziya Nur Aksun,
Osmanlı Tarihi, C. II, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1994, s. 289.
[25] Elmas Mehmet
Paşa’nın şehadeti
için Anonim Osmanlı tarihinde “....hayât u memâtı ve ne vechile uruldu, kâfir
elinde mi oldu, yoğ ise yeniçeri kurşunu mu tutdu, çok kîl o kal olup sıhhatine
zafer bulunmadı.” ifadesi dikkat çekicidir. (Anonim, Osmanlı Tarihi, s. 126.); Aynı ifadeler D. Kantemir’in eserinde de
geçmektedir. (C. III, s. 278).
[26] M. Mignot, Histoire De L’empire Ottoman, Paris, 1771, s. 517; Kenneth M.
Setton, Venice, Austria, and the Turks in
the Seventeenth Centry, The
American Philosophhıcal Socıety, Philadelphia, 1991, s. 401-402; M. Münir
Aktepe, “Amcazâde Hüseyin Paşa”, DİA, C. III, DVY, İstanbul, 1991, s. 8.
[27] BOA, A. {VKN.d, 2/1700, s. 6, 8; Râşid, C. II, s. 367vd.; Çiçek, a.g.m., s. 753.